Tevfik Fikret (1867-1915)
Edebiyatımızda Batılı sanat anlayışının yerleşmesinde büyük rol oynayan, entelektüel kişiliği ile kalıcı izler bırakan Edebiyat-ı Cedide (Servet-i Fünun) topluluğunun en önemli temsilcisi, şair, yazar, ressam. İlk şiirlerini Divan Edebiyatı tarzında yazan Fikret, bu dönem ''sanat için sanat'' anlayışıyla bireyi ön plana çıkaran şiirler kaleme almıştır. Bir dönem Galatasaray'da Türkçe öğretmenliği ve müdürlük yapan Fikret, gerek istibdat döneminin baskıcı ortamı, gerekse melankolik ruh halinin etkisiyle hayatının sonuna kadar bir nevi inzivaya çekilerek Rumelihisarı'nda - bugün müze olan- projesini kendisinin çizip ''Aşiyan'' adını verdiği evin yanındaki Robert Kolej'de öğretmenlik görevini sürdürmüştür.
Şiirleri, sanat ve edebiyat anlayışıyla Tanzimat'tan sonra Batı tesirindeki yenileşme dönemi Türk edebiyatının önde gelen isimlerinden biri olan Tevfik Fikret, gerek hayatta iken, gerekse ölümünden sonra birçok şairi etkilemiş önemli bir şahsiyettir. Şiirde asıl şahsiyetini bulma yolunda bazı denemelere girişen Tevfik Fikret, bu sırada tesadüfen Burgazada'da Çamlık mevkiine çıkarken yanına aldığı bir antolojide rastladığı ve hayatı boyunca örnek alacağı Charles Baudelaire, Sully Prudhomme ve özellikle François Coppee'yi tanıdıktan sonra asıl yönünü belirlemiş olur. 11 Ağustos 1310 [23 Ağustos 1894], Malumat Gazetesinin 26 nolu sayısında (s.203-4) yayımlanan Tevfik Fikret'in kaleminden bu tesadüfün hikayesini olduğu gibi naklediyorum.
Hepimiz tabiatın birer acemi şakirdiyiz*
Koltuğuma Fransızca bir antoloji dergisi sıkıştırarak çamlığa doğru çıktım.
Saat bir vardı. Temmuz güneşinin öğle vaktine özgü olan o ateşli ışığı renklere bir baygınlık, şekillere bir kuruluk getirerek manzaraları -üç dört saat evvelki tazeliğine göre- adeta tanınmaz bir hale koyar. Öyle yerler vardır ki sabahleyin tatlı bir cennetken, güneş yükseldikçe güzelliğini kaybede ede nihayet sararmış ot yığınları, kavrulmuş yaprak çıtırtılarıyla cehennemden izler taşır. Bu yanlız sıcağın etkisi değildir. Işığın fazlalığı ve keskinliği renklerin birçoğunu, özellikle en nazik ve tatlı olanlarını birbirine çevirir; gölgeleri yakar, bitirir. Tabiatın tablolarında ışık ile gölgenin iç içe geçmiş ahenginden doğan göz alıcılık da o suretle elbette kaybolur. Göz, önünde bir boşluk hisseder. Tabiat uykudaymış gibi ruhsuz görünür. Bununla beraber öğle güneşinin engin denizlerle -altın yaldızlı birer derya demek olan- ekin tarlalarında o kadar ender, o kadar parlak yansımalarına rastlanır ki seyrine doyulmaz. Bense fundalık arasında dik, ince bir yoldan -iki yanıma çekirgeler saçarak- hızlı hızlı yürümekte olduğum için hiçbir şey görmüyordum. Zaten etrafta ekine, engine benzer şeyler de pek yoktur. Olsa bile güneş beynimi kavuruyordu; bakacak, görecek halde değildim. Bereket versin çamlığa girdim. Burada bir yer bilirim ki günbatımının Ayastefanos açıklarında sunduğu şaşaalı tabloyu pek güzel görür.
Bu temaşa kürsüsünü Burgaz'a geldiğim gün seçmiştim. Akşam üstleri vakit buldukça oraya koşar; güneşin kah bulutlar içinde renkler, ışıklar saçarak kah açık havada altın kirpikleri arasından ateşli gamzeler fırlatarak, bazen de -kimseyi, bir şeyi duygulandırmamak, gökyüzünün maviliğini, denizin gökselliğini bozmamak istermiş gibi- hiçbir değişim göstermeksizin ta battığı noktaya kadar inip oradan etrafa hasretle bakarak; denizin kah durgun, kah dalgalı, fakat daima saf ve parıldayan sularına dalıp gitmesini seyrederim. Çamlığa girdikten sonra adımlarımı ağırlaştırmış olduğumdan temaşa kürsüme vardığım zaman vücudumda zerre kadar yorgunluk hissetmiyordum. Orada iki akşam evvel dal kırıklarıyla, çam yapraklarıyla yapmış, hazırlamış olduğum yastığa dokunan olmamıştı. Uzandım, kitabımı da açtım. Bu eser en meşhur Fransız edebiyatçılarının şiir ve düzyazı antolojisidir. İlk çevirdiğim yaprakta Lamartine'in ''Lac''leri (1) vardı. O zarif şiiri, yarı kitaptan, yarı ezber kim bilir kaçıncı defa olarak bir kere daha tekrar ettikten sonra Baudelaire, Musset, Hugo, Banville, Prudhomme, Coppee gibi romantik ve realist sanatkarlardan da üçer beşer sayfa mütalaa ettim. Her yaprağı çevirişimde zihnime bir irfan dünyası sığdırmış kadar oluyordum. Okuduğum nefis şeylere Osmanlı edebi eserleri arasında bir emsal arıyor, bulabildikçe iftihar ediyordum. Bazı mısraları, beyitleri Türkçeleştirmek istiyor, başardıkça seviniyordum. Derken yine Lamartine'in düzyazı bir parçasına rastladım ki Alp Dağları'nda bir günbatımı manzarasını resmeden, ulvi bir şiirdi.
Şair batan güneşin saçılan ışık zerrelerinin dağ tepelerindeki karlara, buzlara yansımasıyla oluşan o pembe, mavi, leylaki şafakları; dağların ihtişamlı eteklerinde mücevherlerle bezeli birer ayna gibi parlayan o saf ve berrak göllere aksinden meydana gelen güzellikleri, güneşin kayalar üzerinde kartal yuvaları gibi duran kulübelerin damlarını, bacalarını bir defa daha ateşler içinde bıraktıktan sonra aheste aheste kayboluşunu; gökyüzünün her saniyede binlerce kere renkli tarif etmiş, cisimlendirmiş ki son kelimeleri okuduğum zaman kendimi o karlı dağların karşısında, o rengarenk şafakların arasında (!) görüyordum.
Hatta o esnada ortalığa bir gariplik çöktüğü hissederek bunu duygularımın coşmasından kaynaklanan bir göz kararmasına vermek istedim. Halbuki zaman gecikmiş, akşam olmuş, güneş batıyordu. Gözlerim karşısındaki hakiki ve ihtişamlı tabloya ilişir ilişmez... Aman yarabbi! Hayalimi ışıklarla dolu hülyalara boğan o sihirli manzara -fecrin son ışıklarının güneşin doğuşu karşısında tutunamayan son parıltıları gibi- sönüyordu. O dağlar, o göller, o şafaklar, o kulübeler -bir kasırga önünde düşmüş renkli kağıt parçaları gibi- uçuşup kayboluyordu.
Hafif bir rüzgar, elimden toprakların üzerine düşmüş olan kitabın yapraklarını çeviriyor; bundan çıkan ses, aczin iniltilerini andırıyordu.
Eve Dönerken kendi kendime diyordum ki: ''Şüphe yok; en güçlü yazarlar da kudretin tecelli ettiği yerin birer acemi şakirdidir!''
Mehmet Tevfik
Tevfik Fikret'in asıl adı Mehmet, mahlası da Tevfik'tir. İlk dönemlerinde Tevfik Fikret yerine Mehmet Fikret'i kullanmıştır.
(1) Fransız romantizminin önde gelen isimlerinden Lamartine'in ''Le Lac'' (Göl) şiiri.
*Recaizade Mahmut Ekrem, Takdir-i Elhan, s.11. (Yazarın notu) [Mahmut Bey Matbaası, 1301 (1886)] (şakirt: çırak,öğrenci)
Fotoğraf: Servet-i Fünun (Dönemi yansıtacağı düşünülerek Araba Sevdası Resimlerinden: ''Bihruz Bey Kırlarda Gezer Olmuştu.'') imza- Diran Çırakyan
Kaynak
Türk Edebiyatı Klasikleri - 43, Tevfik Fikret Toplu Hikayeleri - Senin İçin
Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.
Günümüz Türkçesi ile orijinal metine ulaşmamızı sağlayan bu kitabı koltuğunuzun altına sıkıştırdıktan sonra Burgazada'da bir gezintiye çıkıp Tevfik Fikret'in Ayastefanos (Yeşilköy) açıklarındaki günbatımını izlediği temaşa kürsüsünü (gözlem yerini) aramanızı, belki de hala dokunulmamış olan dal kırıklarıyla, çam yapraklarıyla yapmış, hazırlamış olduğu yastığını aramanız dileğiyle.
Teşekkür & Aşiyan Müzesi
Malumat Gazetesi'nin ilgili sayısını bulmamdaki nazik yardımlarından dolayı koleksiyoner dostum Aşiyan Müze Yöneticisi Ata Yersu'ya teşekkür ederim.
Burgazada gezisi ile aramaya başlayacağınız Tevfik Fikret'in izlerine, şairin evin planlarını çizerken kendi ruhundan da parçaları ortaya çıkardığı Aşiyan Müzesi ile devam edebilirsiniz.
Comments